30 Temmuz 2015 Perşembe

The Passion of Joan of Arc

Have a nice day, y’all.


3C: A Criticism Concerning Critics
What I’m sharing with you at the moment is some sentence I noted down, which, in my opinion, is worth of keeping: “Everyone wants a little taste of the good life, but it’s often difficult to figure out just how to cook it up and savor it. After all, the recipe for success can be more complex than the method behind a yotam Ottolenghi vegetable dish.”
The things I was thinking of writing down and this quote somehow came together in my mischievous mind. Critics love to take their reputation for granted, consider everything they watch “a film to dislike” and they simply ignore the recipe for “criticism.” I am so in notice of the fact that criticizing is a complex way to make money and people have to make a blunder. However, how come it is possible for them to claim “The Passion of Joan of Arc” is all boring?
Let me make something clear. Clear enough. Enough to make you see the truth. “The things that are imperfect always have an interesting story to them.” And, if you haven’t read the story to the movie, it is your own fault to be bored while watching it. It’s a movie that describes Joan’s trial and execution, as she’s interrogated by the French and tempted to say something heretical or dishonest. After being threatened with burning at the stake, she signs a “confession”, only later to recant it and submit to her death. The film is, as must be expected, a trial of Joan’s faith in the ace of persecution and evil. The French continually try to decieve her, and yet she remains steadfast. Is there anything here that makes you feel like you are going to amuse yourself in due course of the movie?
My purpose of writing about “The Passion of Joan of Arc” was actually making a suggestion, yet I couldn’t keep myself from writing a bunch of words for people denigrating it. (There’s no way people, given when it was made, can dislike it. This is still an opinion essay, though.)



The Passion of Joan of Arc

Dreyer’s continuous close ups and how they are composed and framed in each shot is an absolute masterstroke. They could all stand alone as invidual pieces of art. I know that it was a critical success when first released, despite the objections and cutting of the film by clerical and government authorities. This is what makes it a movie which deserves to be respected all along.

The only thing I find as a “minus” is that there could be more intertitles than there are, but no matter what, it’s worth of watching at least once in a life time.

Bibliographywww.tasteofcinema.com - so as to pick a better way to express the story.

Off Topic: A Piece of Advice
A playlist suggestion for Spotify users: “Top of The Rock.”
İrem

İnceleme: Temples - Sun Structures



       2012 yılında İngiltere'nin Kettering kasabasında kurulan Temples, ilk albümü olan Sun Structures(2014) ile İngiltere'de pek çok müzikseverin dikkatini çekti. Şimdi ilk olarak Sun Structures'ın içeriğine değinmeden önce Türkiye'de pek tanınmayan bu grubu size kısaca tanıtarak başlayacağım. 

Kim bu adamlar?  

    James Bagshaw ve Thomas Warmsley eski grupları olan, yine Kettering çıkışlı, The Moons'tan ayrılmalarının ardından, eski gruplarıyla beraber hazırladıkları bir şarkıyı YouTube'a koyuyorlar. Ardından şarkı Heavenly Recordings'in kurucusu olan Jeff Barrett'in dikkatini çekiyor ve bu şarkı grubunda ilk single'ı oluyor (Shelter Song). Ardından ikili Kettering kasabasından baterist Sam Toms ayrıca keyboard ve gitar çalan Adam Smith'i gruba dahil ediyor ve grup bugünkü halini aldığında ise çalışmalara başlıyorlar. 

İkinci Single olan Colours to life'ı çıkardıktan sonra ise her şey hız kazanıyor. Grup önce Suede, The Vaccines ve Drenge gibi önemli isimlerin altında Britanya turnesine çıkıyor. Avrupa'da ve İngiltere'de büyük festivallerde sahne aldıktan sonra ise Sun Structures için stüdyoya giriyorlar ve albüm karşımızda. Şimdi artık albüm değerlendirmesine geçme zamanı.




    İngiliz neo-psychedelia grubu Temples’ın 5 Şubat 2014 tarihinde Heavenly Recordings etiketiyle çıkardıkları debut stüdyo albümleri Sun Structures, zaman zaman gözlerinizi kapatıp dinlenmenizi, zaman zamansa salınarak hareket etmenizi ve kafanızı boşaltmanızı istiyor sizden; karşı koymamaya çalışmaksa en güzeli.

Tarz olarak incelediğimizde albüm buram buram neo-psychedelia (söylemeye üşenenler için kısaca Tame Impala) kokuyor.

Keyboard'un o ön planda olan sound'u, solist Edward Bagshaw’un sizi rahatlatan sesi arasında kaybolup giderken mutluluk da yavaş yavaş içinize işliyor.

Albümün genel hatlarıyla oluşmasındaki faktörlerden biride, stoner rock'ın vokal yapısında bulunan retro sound'un albümde sıkça kullanılması.


     Temponun ilk andan son ana doğru yavaş yavaş düşürüldüğü albümün açılış şarkısı Shelter Song. Hareketli melodisiyle bizi selamlayan şarkı ve albümün ilk şarkısı olarak doğru düşünülmüş, güzel bir parça. Belki en iyi şarkıları olmasa da grubu tanımak adına bize harika bir ön gösterim sunuyor. Ketterlingli bu çocukların bizlere yaşadıkları bir ilişkiden pek de melankolik olmayan bir havada bahsetmeleri vücudunuza umut aşılayabilir; denemekte fayda var.

    Şimdi biz de tıpkı Heavenly Recordings'in kurucusu Jeff Barrett gibi Temples'ı keşfedeceğiz. Bakalım sevecek miyiz? 






    Ardından grubun gerçek sound'una daha yakın olan ve albümle aynı ismi taşıyan Sun Structures geliyor.

     Güneş parlıyor ama şarkının tonu, duygusu öyle güzel oturuyor ki hafif bulutlar arasında kalıyor o güneş, yormuyor bizi. Albümde altın oranın tuttuğu iki şarkıdan biri adeta (diğeri The Golden Throne)


     Ardından gelen The Golden Throne, Sun Structures ile birleşerek 9.5 dakikalık albümün en oturmuş, en aşırılıktan uzak, en güzel özetini yapıyor bizlere.  Ardından biraz karanlıklaşıyoruz ve tempomuzu düşürüp Keep in the Dark ile “karanlıkta kalıyoruz”. Yinede de kalitemizden ödün vermeden. yavaşça gözlerimizi kapatıyoruz, sakinleşiyoruz. Zaten sözlerde de psychedelia tarzında alışık olduğumuz hava hakim.
    Tam da her şey dinginleşiyorken, araya Mesmerise giriyor.Yepyeni bir ruhla geliyor Mesmerise, içinize işlemek için... Ve Gözlerinizi açıp size bir soru soruyor; "Günün sonunda ne hissettiğini söyler misin?"

     İşte bu 5 şarkı kesinlikle dinlenilmesi, hissedilmesi ve değerlendirilmesi gereken şarkılar. Fakat albümün ikinci yarısı olarak adlandırabileceğimiz bölümde Bagshaw ve arkadaşlarının performansı ve kalitesi belli bir ölçüde düşüyor. Bu albümün benim gözümde 10/8 almasındaki temel sebep de tam burada yatıyor; beklentileri çok arttıran bir ilk bölümün ardından vasat bir ikinci bölüm. Dinleyicilere ise alternatif olarak önerim albümü iki dozda almaları.
   Move with the Season şarkısında temponun düşmesiyle birlikte kalitenin de onunla birlikte düşmesi üzüyor ve Mesmerise'ın üstüne birazda tadımız kaçıyor.
   Colours to Life'a geçtiğimizde ise şarkının benim adıma tek heyecan verici noktası arkadan bize eşlik eden perküsyonun çok güzel ve yerinde bir görev üstlenmesi. Ancak parçanın geri kalanını değerlendirdiğimizde nedense beklentiden çok çok uzak ve kötü bir Temples şarkısı olmaktan ileri gidemiyor.

   A Question Isn't Answered albümün ikinci bölümünde ki benim en çok keyif aldığım parça. Sözlerinde ki o yaşadığı anlam karmaşası yüzünüze bir gülümseme verirken melodik olarak da tatmin olmanın keyfini yaşıyorsunuz.



   Ardından The Guesser başlıyor. Şarkının en büyük sıkıntısı özgün olamamakta. Alışılagelmişin dışında olmayan bir Neo-Psychedelia şarkısı sizleri bekliyor. 

Her ne kadar keyboardun baskın yapısı bu şarkıda kendini bateriye teslim etmiş olsada, Test of Time için tipik bir Temples şarkısı denebilir. Bu sefer düşüncelere dalmak yerine şarkı sizi harekete geçirmeye, yerinizden kaldırmaya ve uyandırmaya geliyor.


   Sand Dance albümün en güzel introlarından birine sahip. Introda ki yaratıcılık şarkının tümüne yansımasa da genede şarkının içindeki ezgiler ve geçişler bireyin yüzüne bir gülümseme yaratıyor.

   Albüm, üzerinde fazla yorum yapılmasına gerek duyulmayacak akustik bir parça olan Fragment's Light ile kapanıyor. 

  
   Bir restoranda kaliteli bir çorbanın ve çok leziz bir ana yemeğin üzerine çok tatmin olmadığınız bir tatlı yediğinizi düşünün. Nasıl hissedersiniz? Yemeğin güzel olduğunu bildiğiniz halde sonun kötü olmasından dolayı içinizde bir burukluk... Yine de ana yemeğin güzel olduğunu bilmek sizi o restorana bir daha götürebilir.


   Temples da bana aynen bu tadı verdi işte. Albümü her ne kadar buruk bir şekilde bitirsem de, özellikle ilk yarısında aldığım büyük keyif, benim Temples’ın geleceğine yönelik inanç kazanmama yeti.


   Önümüzdeki yıllarda Tame Impala’nın yanında bir isim daha yazmamız gerektiğinde fazla tereddüt etmeden Temples’ı ekleyeceğiz gibi görünüyor.

İyi Günler,

Cem Ozgen

Doğu Midlands'in Bob Dylan'ı Mı?




İlk olarak söze başlamak gerekirse...


 Bugün sizlere 21 yaşında bir indie-rock müzisyeni olan İngiliz Jake Bugg'ı huzurlarınızda tanıtacağım. Şarkısında(Two Fingers) bahsettiği Clifton'da dünyaya gelmiş ve ebeveynleri kısa bir süre zarfı içinde boşanmışlardı. Müziğe olan ilgisinin başlaması ise amcası Mark'ın ona 12 yaşında hediye ettiği gitarla oldu.

Albümden önce ünlü olmak

     Jake Bugg "garip" olarak kabul edebileceğimiz bir şekilde albüm çıkmadan önce dikkatleri fazlasıyla üstüne çeken bir sanatçı oldu. 17 yaşındayken Glastonbury'de çıktıktan sonra Mercury Records'tan anlaşma teklifi geldi. Ardından yine ilk albümünden önce çok severek izlediğim Later... with Jools Holland'a katıldı ve yeni albümünden önce biraz daha ilgileri üzerine çekmeyi başardı. Mayıstaki o programdan sonra Ağustos ayındaki Belsonic festivaline katıldı. Hemen ardından albümü çıkarmasına yalnızca iki hafta kala BBC Radio 6'te canlı yayında performansını sundu ve bir kez daha ona verilen bu albümünü duyurma fırsatını belli ki çok iyi kullanmış ve ilk albümü bu teknolojik dünyada 600.000'i aşkın satmıştır.


Sound
Ses tınısındaki o toyluk ve söylediği seviyeye bakarsak Jake Bugg kendini kesinlikle dinleten çok özel bir sese sahip. Eğer ki bu yazının ardından Jake Bugg dinleyecekseniz ana gayeniz onun o inanılmaz özel sesi olsun. Geri kalan soundun herhangi anlatılası özel bir müziği olmamasına karşın kendini dinleten gerek yavaş, gerek hızlı şarkıları barındıran bir tarzı var Jake Bugg'ın.

Sözler
Melankolik bir yaşantınız varsa, yada sadece böyle sözlerden zevk alıyorsanız Jake Bugg tam anlamıyla size göre. Sözleri genel anlamda aşkta yaşadıkları ve bunlar karşısında duygularını anlatan bir tarza sahip. Bu noktada kişisel yorum getirmek gerekirse Jake Bugg benim sevdiğim tarzda sözler yazmıyor. Bu tamamen benim şarkılarda farklı konuların işlenmesine olan ilgimle açıklanabilir. Yanlış anlamayın, aşk şarkılarını sevmiyor değilim fakat bu konuda marjinalliğe ve bir ölçüde klasikliğe ulaşmış şarkılar, benim için gerçek anlamda özel yerleri olan şarkılardır. Özellikle bunlardan bazıları hayatımı değiştirmiştir. Fakat ne yazık ki bu hayatımı değiştiren şarkıların hiçbiri Jake Bugg'a ait değil.

Gerçekten de Doğu Midlands'in Bob Dylan'ı mı? 
Daily Telegraph'ın benzettiği gibi Doğu Midlands'in Bob Dylan'ı! Her ne kadar bu benzetmeden sonra Jake Bugg bundan pek keyif duymamış ve bu benzetmeye "Bob Dylan havalı, bildiğiniz gibi o iyi ama büyük bir etkilenim bırakan bir kişi değil" şeklinde yanıtını vermiş olsa da Bob Dylan'ın gençliğindeki sesinin tınısına yakın olması ve bu noktada benzerlik göstermesi Daily Telegraph'ı bir noktada haklı çıkarıyor. Fakat Daily Telegraph'ın bu yorumu yüzünden Jake Bugg uzunca bir süre yeni Bob Dylan olarak gösterildi ve bu kesinlikle onun kariyerini kötü yönde etkileyebilecek bir durum olabilirdi. Zira Jake bu yakıştırmayla müzik yaşantısına devam etmesi onun hep yeni Bob olarak kalmasına neden olacaktı ki, o açıklamalara vermesi gerektiği gibi bir cevap verdiği için şuan bir sorun yaşamıyor.


Genel Puan 7/10
Tamam kesinlikle etkileyici bir ses ve hoş ritimlere sahip fakat müzik adına koca albümde bize ne verdin Jake derseniz 2-3 şarkıdan ileri götürebileceğine inanmıyorum. Bir işinizi yaparken youtube'dan açıp dinlemek için kesinlikle birebir hatta siz üzgünken açtığınızda sırtınızı sıvazlama özelliği vardır. Fakat Jake'in sesine olan pozitif yorumuma rağmen indie-rock konusunda bulunduğu pazarı düşündüğümüzde ilerleyen yıllarda daha geniş kitlelere hitap etme şansına sahip. Bununda en temel sebebi bu tarz şarkılar üreten insanların efsaneleşmesi için gerçekleşmiş olan şeyin onda şuan için olmasının pekte mümkün olmaması. Zaman. Bob Dylan'a baktığınızda onunda gençliğinden gelen parlak bir müzik hayatı var fakat Bob Dylan ne zaman efsaneleşti diye sorarsanız, bu soruya benim yanıtım "onu dinleyen bir çok insanın anılarında yer almaya başladığında efsane olmuştur" olacak ve benim gözümde Jake Bugg'ın puanının daha yüksek olması için öncelikle insanların anılarını doldurması gerektiğine inanıyorum.

Müzikli Günler,
Cem Ozgen
(Bu yazı rocklessness is terrible sitesindeki yazımın düzenlenmiş halidir.)

26 Haziran 2015 Cuma

"Tatsız" Futboldan, Futbolun Tadına Varmak (Kadın Futbolunun Değişimi Üzerine)

     "Tatsız" Futboldan, Futbolun Tadına Varmak (Kadın Futbolunun Değişimi Üzerine) 
     Kadın futbol tarihi, 1895'te Crouch End'de Güney ve Kuzey İngiltere'den birer takımın yaptığı maçla başladı. İngiltere'de dönemin yüksek sosyeteye ve aristokratlara hitap eden haftalık gazetesi The Sketch olayı "Crouch End gözlerini ovuşturdu ve olanlara inanamadı. Öğle vakti boyunca farklı yerlerden trenler dolusu heyecanlı insan, kayda değer sayıda araba ve taksi sahayı ziyaret etti ve tarihe tanıklık etti." cümleleriyle özetlemişti. Gelecek yıllar içinde olgunlaşan kadın futbolu, birinci dünya savaşında yükselişe geçti. 1920 yılında 53.000 kişinin tanıklık ettiği bir maça sahne olarak futbol tarihçilerine göre "ilk altın çağ"ını tamamladı. Altın çağın bitişinin temelinde yatan sebep ise İngiltere'de 1921'de kadınların futbol oynamasını yasaklayacak bir yasa çıkartılmış olmasıydı. Bu yasanın çıkartılma sebebi ise kadınların "tatsız" bir futbol oynuyor olmasıydı. Gerçekten kadınların oynadığı futbol "tatsız" mıydı? Yoksa alışılagelmiş olan İngiliz muhafazakarlığının 1920'lerdeki bir sonucu muydu? BBC'nin de geçen yıl içerisinde sayfalarına taşıdığı bu konuyu tam anlamıyla bilmek mümkün olmasa da bu kararın dünya kadın futbolunun gelişimini ciddi anlamda sekteye uğrattığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

      1970'lere gelinene kadar kadın futbolu birçok ülkede yasak ve bu ülkeler dışındaki pek çok ülkede organize olma yönündeki çalışmalar çok kısıtlı seviyelerdeydi. Fakat 70'lerde başlayan legalleşme ve kurumsallaşma çabaları pozitif yönde sonuç verdi ve 1975'te ilk kıtasal şampiyona olan, Asya Kadınlar Futbol Şampiyonası düzenlendi. Bundan sonrasında 80'lerde Avrupa'da 90'ların sonuna kadar da tüm kıtalarda Kadınlar Futbol Şampiyonaları düzenlenmeye başladı. Asıl gelişme ve rekabet ise 1991'de başlayan Dünya Kupası ve 2000'lerde başlayan kulüpler düzeyindeki UEFA Kadınlar Şampiyonlar Ligi ve Copa Libertadores Femennia ile oldu. Bu organizasyonların düzenli hale gelmesi, takımların daha sistemli ve düzenli bir ortamda çalışmasını ve futbolcuların gelişmesini sağlamada önemli bir etmen oldu. Bu yöndeki çalışmaların artması kadınların erken yaşta futbola başlamasını sağladı. Bugün, kızlar 8 yaşından itibaren genç takım koçlarıyla birlikte onlara uygun olan antrenman düzeyleriyle ve metotlarıyla takımlarda futbol oynamaya başlıyor. Son 20 yılda rekabetçi kadın futbolunun gelişmesiyle birlikte olgunlaşan altyapı, meyvelerini bu dünya kupasında tam anlamıyla vermeye başladı desek çokta yanılmış olmayız.

      Bu yıl düzenlenen Kadınlar Dünya Kupası bireysel yeteneklerin ön planda değil takım oyununun ve oyun kurgularının ön planda olduğu bir kupa olarak devam ediyor. Artık top hepsinin ayağına yakışıyor, neredeyse hepsinin hızlı çözümlemeleri gereken pozisyonlardaki futbol IQ'ları gelişmiş ve hepsi doğru taktiksel tercihleri maç boyunca uygulamada becerileri üst düzeyde. Herhalde İngiltere'de "tatsız", Almanya'da "Kadının doğasına uygun değil" diyerek bu sporu kadınlar için yasaklayanlar bu kaliteli oyun karşısında daha iyi bir bahane bulmak zorunda kalırlardı.
   
Bugün Kadınlar Dünya Futbol Kupası'nda çeyrek finaller başlıyor ve bu dakikadan sonra izleyeceğimiz her takım çok kaliteli, ayırt edebilmek çok kolay değil. Favorilerim Fransa ve son şampiyon Japonya. Yinede kim kazanırsa kazansın biz bu olağanüstü kızların takdir edilesi performanslarını izleyeceğiz. Çeyrek finalin en zorlu eşleşmesi ise 8 Avrupa ve 2 Dünya şampiyonluğu bulunan Almanya ile, bu turnuva kusursuza yakın bir futbol oynayan Fransa arasında.

İyi Seyirler,
Sevgilerle,
-Cem-


Kaynakça:
1- Women's Football-The Evolution http://www.theawayend.net/articles/womens-football/wf-features/1969-womens-football-the-evolution
2-FA Womens Football History http://www.thefa.com/womens-girls-football/history
3-1895 Resim http://www.victorianfootball.co.uk/wp-content/uploads/2014/10/football-up-to-date-1895-600x422.jpg
4-Victorian Football http://www.victorianfootball.co.uk/victorian-womens-football/
5-Wikipedia https://en.wikipedia.org/wiki/Women's_association_football#Early_women.27s_football
6-The Global Art of Soccer- By Richard Witzig Sayfa 65
7-BBC-Why was women's football banned in 1921? http://www.bbc.com/news/magazine-30329606
8-An Example of Banning in Germany  https://en.wikipedia.org/wiki/Germany_women%27s_national_football_team
9-Another Example of Discontinuing in France
10- Girls Football Camp  https://www.manutdsoccerschools.com/fo/girls-football-training-camps
11-Asia History https://en.wikipedia.org/wiki/AFC_Women%27s_Asian_Cup
12-Resim Fransa http://a57.foxnews.com/

25 Haziran 2015 Perşembe

Giriş: Eğlenceli bir blogun başlangıcı

Herkese merhaba!

   Chemical Citizens'ın ilk yazısını yazmakla kendimi mükellef hissetmenin saçma gururunu yaşıyorum. Kurduğumuz bu blog herhangi bir konu üzerinde spesifik olarak değil, aklımıza gelen tüm konularda yazacağımız bir duvar niteliğindedir. Blogda temel amacımız yazarken eğlenmek. Biz eğleniyorken sizde keyif alırsanız, çok memnun oluruz.

    Kimyasal dünyanın yeşili seven vatandaşları olarak, açılış yazısını da Blur'un (en sevdiğim albümü olan) Modern Life is Rubbish albümünden Chemical World+Intermission ile bitirelim.

    Lezzetli Bloglar!
    -Cem-


Derbyshire, İngiltere

About

Yazıyoruz, çiziyoruz, okuyoruz, izliyoruz, dinliyoruz, yorumluyoruz, yapıyoruz ve paylaşıyoruz.
 
 
Copyright © Chemical Citizens
Blogger Theme by BloggerThemes Design by Diovo.com